4 Aralık 2007 Salı

Margin Walker

" This margin walker wants a clear view"

David Brown'dan bu yana epey süre geçti. Öncesinde de o zamana kadar epey süre geçmişti. Bu süre zarfındaki çeşitli iş/aile/okul problemleri, bir dizi talihsiz olaylar, götümüzün kalkması ve kendimize oynamamız ve bundan dolayı burnumuzu sürtmek zorunda olmamız gibi bazı olaylar sonucunda uzun bir sessizlik yaşadık. Bunlardan kaynaklı bazı tatsız olaylardan dolayı da Garip Adamlar kendisine yeni bir mekan bulmak durumunda kaldı. Ve herkesi memnun edecek o aranılan mekanı sonunda bulduk. Neresi olacağını yakında ilk konser haberimizle birlikte duyuracağız. Rock'n roll'un hakkını vererek sessizliği bozuyoruz, çok yakında...

26 Nisan 2007 Perşembe

Sakareller 28 Nisan Ctesi 20:00

Garip Adamların Tenedos Açık Sahne Konserleri Serisinin bu haftaki konuğu İstanbul'dan "avam rock" grubu Sakareller.


Kapı açılışı : 20.00 - Giriş : 5YTL
http://www.sakareller.net
http://www.myspace.com/sakareller



Acar Muhabirimiz Güney Öztürk'ün Sakareller ile yapmış olduğu röportaj aşağıda yer almaktadır.


İsminizin nereden geldiğini sormayarak başlayalım…

Murat: Teşekkür ederiz, biz de söylemeyerek başlayalım.

Sakareller'in kısa özgeçmişi nedir, ne zamandır birliktesiniz?

Başar: Boğaziçi Üniversitesi'ne geldiğimizde biz Barış'la birlikteydik; sadece ikimizdik ilk başta. Önce Uğur katıldı, sonra Bahadır…

Bahadır: Sene 2003.

Başar: Yaptığımız birtakım şarkılar vardı, onları Boğaziçi'nin geleneksel Taşoda konserlerinde çaldık. O konserler genelde yabancı cover ağırlıklı konserler oluyordu, ama biz ısrarla hep kendi şarkılarımızı çalıyorduk. Üç dört sene, mezun olana kadar Taşoda'da düzenli çalıştık, çaldık. Ama ondan sonra orada yapamayacağımızı fark ettik. Bahadır da başka bir stüdyodan bahsetmişti bize, Tünel'deki şu anki stüdyomuzdan, oraya geçtik. Bir kayıt sürecine girelim, birtakım şarkıları kayıt altına alalım dedik. Ben o zamanlar Murat'la tanışıyordum zaten, tesadüfen Murat'ın yeni taşındığı ev de yeni stüdyoyla aynı sokaktaydı. Murat şarkıları dinlemişti önceden, tekrar şöyle bir üstünkörü kayıtlar yaptık, Murat'ın aletleriyle. Ondan sonra şu şu şarkıları yapalım diye karar verip başladık kanal kayıt yapmaya; o süreçte Bahadır bir süre gruptan ayrıldı, biz üç kişi kaldık, Murat gruba katıldı. Sonra işte bu kanal kayıtlar bitince…

Barış: "Bitince" derken aylarca sürdü tabi, onu hatırlatmak lazım.

Başar: O kayıtlardan Roxy Müzik Günleri'ne bir demo gönderdik. Oradan bir sonuç çıkmadı; finale kalan grupları görüp "istenen"i anlayınca zaten çıkmamasını da normal karşıladık. Ardından Bahadır geri döndü, ve şu anki halimizi aldık.

Başından beri cover çalmakla hiç ilgilenmemişsiniz.

Başar: Mesela bir bar grubunun çalışma staratejisi bellidir yani, şarkıları belirlersin, bunlar çalınacak dersin, çalarsın; biz sadece çalmak üzere bir araya geldik, şunu ya da bunu çalalım gibi bir şey yoktu. Hala da öyledir bence.

Bahadır: Ama cover da çalıyoruz yani.

Murat: Belli özel vesilelerle, bir de demirbaşımız gibi hissetmeye başladığımız bir iki Moğollar, Eren Kazım Akay şarkısı..

Yabancı cover yapmıyorsunuz yani?

Sakareller: (Hep bir ağızdan) Yapmıyoruz.

Başar: Olursa da işte sadece aletli, yani enstrümantal parçalar yapıyoruz.

Murat: Aletli cover.


Müziğinizde sözlerin çok ön planda olmadığı fark ediliyor. Olduğu zaman da alışılmış biçimde kullanmıyorsunuz, bütün parçanın sözü tek bir cümle olabiliyor. Sözsüz müziğe daha mı yakınsınız? Müziğinizde sözün yeri/önemi nedir?

Uğur: Bence söz yazmayı beceremiyoruz, onunla ilgili bir şey.

Bahadır: Bu da çok açık sözlü oldu. (gülüşmeler)

Uğur: Aramızda hiç şiir yazan yok...

Başar: Ben becerebildiğimi düşünüyorum.

Murat: Ben becerebileceğimi düşünüyorum.

Başar: Ben buna düzgün bir cevap vermek istiyorum.

Uğur: Benim cevabımı beğenmedin mi?

Başar: Grupta genel olarak şiir okuduğunu bildiğim pek insan yok.

Uğur: Ben okudum, Cemal Süreya.

Başar: Ben de okudum, hepimiz okuduk elbet de yeterli değil yani, genelde düzyazı şeyler okuduğumuz için. Teorik, kurgu, okuduğumuz çoğu şey düzyazı. Mesela Barış daha ziyade uzun şarkı sözü denebilecek şeyler yazıyor ama, diğer sözler bir cümle olabiliyor, mesela tek bir tane uzun cümle.

Uğur: Genelde şöyle bir parça oluşturma yöntemi var: biri melodi getiriyor, biri akor getiriyor, biri davul getiriyor, genelde parçalar bu yöntemle çıkıyor ama sözler bu yolla olmaz. Biri bir mısra getirsin öbürü bir mısra getirsin olmuyor, şarkı sözü bu forma uymuyor. Grubun da müzik üretme formu bu olduğu için sözlerde bir sıkıntı oluyor.

Barış: Aslında orada "getirme" demek çok uygun değil. Çünkü "çıkarma" şeklinde oluyor, yani birinin başlattığı bir şeye çalarken ayak uydurma…

Murat: "Ayak uydurma", evet doğru tabir.

Barış: Hani bunun daha uzun vadede olduğunu, kendi hayatında buna ayak uydurup sonra getirdiğini düşünürsek de sözde bir dezavantaj var. Birbirinin müziğine ayak uydurma şansıyla, birbirinin bir kere düşünce akışını kendine göre güzel bir şekilde kelimelere çevirmek, birbirinin düşünce akışına ayak uydurmak çok daha zor bir şey, müziğe göre.

Bahadır: Müzikte belli parçaları bir araya koyuyorsun da, hani ben özne getirdim sen yüklem getirdin gibi bir şey mümkün olmuyor söz yazarken. (sessizlik)

Murat: Sözlü müziğe uzak değiliz.

Bahadır: Zor iş, söz yazmak zor.

Murat: Sadece çok zor olduğu için şu an "haddimize değil" gibi bir durum hakim, ama çok başlangıçtayız henüz, değişecektir.

Bahadır: Ama sözsüz müzik yapmak da iddia meselesi, o da zor birşeydir aslında yani. Her iki durumda da çok çok iddialı değiliz.

Murat: Evet ikisine de ne yakın ne uzağız özel olarak. Sadece şimdiye kadar bir tanesine bir şekilde daha fazla eğilmiş olabiliriz.

Uğur: Bir de Murat seyircinin hayal gücünü kısıtlamaktan çekindiği için… (gülüşmeler)

Bahadır: Post-rock!?

Yani seyircinin hayal gücünü…

Barış: Kısıtlamaktan korkmuyoruz.

Murat: Hayır korkmuyoruz, seyircinin o kadar geri ve aptal bir varlık olduğunu düşünmüyoruz.

Bahadır: Bir de söz zaten o kadar belirgin bir şey değil ki; dil de yeri geldiği zaman gayet muğlak kullanılabiliyor. Müziği de öyle kullanabilirsin. Yani söz koydun, kelime koydun, tamam, herkes anladı gibi bir şey yok sonuçta.

Murat: O zaman "tam notalara, bilinen notalara basmak istemiyoruz, %2-%3 daha kalın daha incesini basmak istiyoruz çünkü seyircinin hayal gücü kısıtlanıyor" gibi bir şey de denebilir. Mikrotonal müzik yapmak istiyoruz, seyircinin hayal gücünü kısıtlamamak için... Yani do, re, mi, bu notaları hep seviyoruz; kullandığımız, sevdiğimiz notalar. (gülüşmeler)

Bahadır: Türkçe'yi de seviyoruz.

Murat: Harfleri seviyoruz, heceleri seviyoruz.

Son yıllarda çeşitli türlerde, hatta bildik bir türe dahil edemeyeceğimiz nitelikte bir sürü grup çıktı. Bu canlılığı neye bağlıyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başar: Canlılık derken çok fazla grubun olmasını diyorsun herhalde. Birincisi İstanbul'da Peyote gibi bir ortamın olması o grupların sahneye çıkmalarını sağladı. Bu yaklaşık iki sene önce başladı, o süreçte biz ciddi dinleyici konumundaydık. Diğer grupların bütün konserlerine sık sık gidiyorduk yani, kendi çalışmalarımıza devam ettiğimiz kadar onları da takip ediyorduk. Ondan sonra Myspace çıktı, internet faaliyetleri arttı, bir yandan buna paralel gelişen, albüm çıkaran bir sürü genç grup oldu. Hani tırnak içinde "rock satıyor" gibi bir durum ortaya çıktı. Televizyona MTV Türkiye geldi. Bütün bunlar aslında birbirini tetikleyen süreçler gibi oldu. Bir yandan albümü olan bir sürü grup da var, bunların içinde de çok sayıda iyi olanlar yok. Biz sanırım kendimizi bu senin dediğin canlılığın içinde görüyoruz, yani diğer grupların içinde, onları dinlemeyi seviyoruz daha ziyade. Daha bugün televizyonda Peyk diye bir grup gördüm, Mat diye bir grup var filan… Onlarla ilgimiz pek yok yani.

Mat mı Malt mı?

Başar: Mat. Malt da var Mat da var.

Murat: Oh oh.

Başar: Bir yandan hakikaten albümü çıkan çok fazla grup oldu.

Murat: Bunlar iki ayrı durum sanki, iki ayrı şeyden bahsediyoruz. Bir yanda bir sürü insanın "yasal albüm" çıkarmaya başlaması, o yolda ne gerekirse yapması, televizyona, festivallere çıkması var. Bir de Peyote ve çevresindeki benzer bir iki yerin sayesinde, normalde evlerinde ya da daha sınırlı çevrelerinde kafalarına göre müzik yapan, başka türlü o çerçeveden çıkamayacak, çıkmayı da pek önemsemeyen insanların sahne alabilmeye başlaması gibi ayrı bir şey var. Bu ikisi birbirini besleyen şeyler mi, bağlantıları var mı çok emin değilim.

Uğur: Küreselleşmeyle birlikte yeni pazarlar açılır muhabbeti var ya hani, belki müzik de bir pazar olarak görüldüğü için Murat'ın ayırdığı iki türdeki o klipli albümlü grupların artması bununla ilgili bir şey belki. Türkiye'de bunun bir piyasası var artık. Çok fazla elektrogitar satılıyor mesela, bu neyin göstergesidir? İnsanlar elektrogitarlı müzik yapmaya yönlendiriliyorlar, o yönde tüketime heveslendiriliyorlar, bu bir komplo… (gülüşmeler)

Başar: Toplamda yani bu iki küme de yeni aslına bakarsan. Üç dört sene öncesine kadar bu kadar genç grupların albümleri yoktu etrafta. Babylon'da Replikas konseri oluyordu, ona gidiyorduk, Fairuz Derinbulut konseri oluyordu, ona gidiyorduk, o kadar.

Murat: ZeN, Baba Zula, Nekropsi, vesaire. Cevabımızı iki kelimeyle özetlemek gerekirse ekonomi-politik denebilir herhalde.

Dinleyenleri, izleyicileri "eğlence kültürü" bağlamındaki anlamıyla "eğlendirmek", konserinizde "hoşça vakit geçirmeleri" sizin için önemli mi? Dinleyiciyi rahatsız etmekten çekinir misiniz?

Murat: Seyircinin ne isteyeceğini düşünerek bir şey yapmıyoruz. Seyirci şunu ister, o yüzden şunu yapalım gibi bir şey düşünmüyoruz. Bu da özel olarak eğlendirme gibi bir niyet çerçevesinden çıkartıyor olayı.

Bahadır: Bir de "eğlence" gibi bir şey söz konusu olmuyor zaten yani. Söz konusu olursa da bizim eğlencemiz oluyor, onu da konuşmuyoruz yani. Gündemde yok, tamamen bağlam dışı.

Barış: Yaptığımız şey eğlence için yapılan bir şey değil hiç.

Murat: Evet, eğlence onun yan etkisi olarak oluşuyorsa oluşuyordur.

Başar: Şimdi kavramlar burada önemli bence; yine name-dropping yapıyor diyeceksiniz ama Sufjan Stevens mesela konsere çıktığında…

Uğur: Yine name-dropping yapıyorsun. (gülüşmeler)

Başar: Sufjan Stevens "I am here to entertain you" ("Sizi eğlendirmek için buradayım") diyor mesela.

Murat: Keza Kurt Cobain de "Here we are now, entertain us"... ("Buradayız işte şimdi, eğlendirin bizi") (gülüşmeler)

Başar: Bunu bir konser eleştirisinde okudum. Sonuçta Sufjan Stevens'ın bizden daha az ya da daha çok "müzisyen" olmadığı ortada mesela. O yüzden de sektörün adı "eğlence sektörü"yse, evet "eğlendirmek için çıkıyoruz" ama Harun Tekin'in Roll'daki bir söyleşide söylediği önemli, "Peyote'de 100 kişiye verdiğin konserle stadyumda ya da açık havada 10.000 kişiye verdiğin konserde söyleyeceğin şeyler, kendine yaklaşımın arasında fark var" yani… Haddini bilmek gerekiyor.

Murat: Bizim yaptığımız işin adı eğlence endüstrisinin içinde geçer olmuş, bu böyle bir gelenek. Başka bir endüstrinin içinde geçiyor olsaydı da biz yapıyor olacaktık muhtemelen, o zaman da adı başka bir şey olacaktı mesela; ama insanlar eğlenmek için geliyorsa eğlensinler, biz gene aynı şeyi yapıyoruz.

Barış: Bizim aramızdaki eğlence kavramının öyle bir anlamı yok.

Murat: O ayrı bir şey evet.

Barış: İnsanlar buna eğlence diyorlar ama...

Murat: Eğlence diyorlarsa bu onların sorunu.

Bahadır: Ya biz zaten kedi gibi insanlarız… (gülüşmeler)



"Eğlence" kavramının tanımı önemli, evet. Siz sahnede pek içmiyorsunuz mesela. Benim sözünü ettiğim "eğlence" anlayışıyla alkol-müzik birlikteliğinin kopmaz bir ilişkisi var gibi.

Bahadır: Ben içiyorum. (gülüşmeler)

Barış: Mesela çalışmalarımızın sonunda "ne kadar eğlendik" değil de, "ne güzel oldu" ifadesi yerini buluyor; eğlenme olarak tanımlamıyoruz.

Başar: Tanımlayalım dersek hani, sanat yapıyorsak, zaten onun iyi olması, tatminkar olması daha önemli bizim için. Sahneye çıktığımızda da içmememiz de hani, içmememiz gerekiyor diye değil bence, benim kendimde de gördüğüm şey o yani. Biz ciddiye alıyoruz, güzel bir şey çalmaya çalışıyoruz, hatalarımıza o yüzden önem veriyoruz vesaire...

Bahadır: Ben içiyorum, şimdi ben hatalarıma önem vermiyor muyum? (gülüşmeler)

Başar: Ama hani o güzelliği bozmayacak şekilde içiyoruz biz de. Özel olarak bir çabamız da yok açıkçası.

Murat: Eğlence hayatın geri kalanından ayrılmış bir şey ya hani, sadece hafta sonları eğleniliyor, geceleri dışarı çıkılıyor falan, o anlamda bir "eğlencecilik" oynama, ona hizmet etme gibi bir durumumuz yok ama ancak onun içinde insanlara ulaşabiliyorsak da öyle ulaşacağızdır. Bu işlerin kurulmuş vaziyeti yani, bizim çok yapabileceğimiz bir şey yok onunla ilgili.

Uğur: Genel olarak eğlenceden anlaşılan şu gibi sanki, hafta sonu gelmiş, gençler alkol alıp müziğin olduğu bir yere gidecektir falan, bu genel olarak "eğlence"nin neye denk düştüğü. Benim eğlenme anlayışım ise, bu haftasonu bir şeyden deli gibi estetik haz duyarsam eğlenirim, konsere gittiğimde bir adam sıkı bir müzik sunarsa "çok eğlendim" derim. O bağlamda, eğlence derken, eğlendirmeye çalışmak derken ben böyle bir şey yapmaya çalışırım. Ama işlevi ötekisi olabiliyor konser esnasında.

Başar: Orada herhalde seyircinin yorumu önemli, mesela Depeche Mode konserine eğlenmeye giden de var, parası olduğu için, yani "gidebildiği" için gidenler var, değil mi yani? Ama yıllardır dinleyip de hakikaten bir sanat eseri görmek için, resim galerisine gider gibi, tiyatro oyununa gider gibi, oraya bir sanat eseri görmeye, dinlemeye gidenler de var yani, insanların algısına bağlı.

Barış: Ben Murat'ın kaldığı yerden devam ederek söyleyeceğim. Eğlenceden anlaşılan hani iş ve eğlence karşıtlığı. Bizim eğlenceden anladığımız, ciddi olan işler ve ciddi olmayan işler gibi bir ayrımda, "ciddi olan" hayatın gerçeklerinden uzaklaşma, rahatlama, ferahlama ya da hatta "çılgınca eğlenme" gibi ifadelerde kendini bulan eğlence kavramından uzak.

Afiş, site, grupla ilgili görsellere özel olarak özen gösteriyor musunuz? Grubun sahne dışındaki "görünürlüğünde" bir bütünlük yaratma kaygınız var mı?

Murat: Söyleyeceğim şey her alanda oluyor, müzik alanında da var: insanların kendini sunma biçimleri -görsel olsun, yazınsal olsun, hepsi zaten birarada kullanılıyor- çoğunlukla derli topluluktan, usturuplu bir şekilde derdini anlatabilmekten uzak genelde, onu gözlüyoruz ve bu rahatsız olduğumuz bir durum. Hani bir grubun web sitesini açtığımda düzgün cümleler okumak istiyorum, saçma imla hataları görmek istemiyorum, nisbeten biraz özenilmiş bir tasarım görsem fena olmaz. Bunları sağlamaktan acizlik genel olarak var, bu rahatsız olduğumuz bir durum, bizde olsun istemiyoruz. Böyle bir kaygı asgari müşterekte bir kere var. Bunu yapmışken bir de özenerek her şeyi bir bütünlüğe oturtmak, web sitemiz şöyleyse afişimiz de biraz öyle olsun, grubun yaptığı şeyle de mümkün mertebe bir paralellik kurulsun gibi bir kaygı da var. Ama bu uğurda her şeyi tekdüzeleştirmek ve basmakalıp bir bütünlüğe sokmak gibi bir uca da götürmüyoruz. Aslında bazen götürür gibi oluyoruz ama sonra direkten dönüyoruz.

Uğur: Bence Internet Explorer'da sakareller.net'teki "geçmiş" kısmı pek güzel gözükmüyor.

Barış: Ama Internet Explorer'ı sevmiyoruz zaten.

Uğur: Toplumun yüzde doksanı Internet Explorer kullanıyor.

Türkiye'den ya da dünyadan yakın zamanda keşfettiğiniz, sizi heyecanlandıran, "niye bunu daha önce dinlemedim" dediğiniz isimler kimler?

Uğur: Sürekli yeni grup keşfedip dinlemeyi sürdüremezsin, o zor bir şey, yani ben şu ara mesela "yeni grup keşfetme" yıpratıcı sürecinde değilim. Ama Pain of Salvation çok iyi bir grup. (gülüşmeler)

Barış: Beğenilerimizin tutanları var, tutmayanları var…

Bahadır: Ben son bir haftadır, yeni bir bağlama yaptırdıktan sonra, çılgınca Orhan Gencebay dinliyorum, ve sürekli "yeniden keşfetme" halindeyim.

Uğur: Evet "yeniden keşfetmek" de ayrı bir şey.

Başar: Massive Attack'in sample'ladığı parçalardan oluşan Massive Classics diye bir toplama albüm var, bir de oradaki Mahavishnu Orchestra var, onların 1971 tarihli "Inner Mounting Flame" albümünü yeni dinledim, oradaki "You Know, You Know" şarkısı resmen bugün kaydedilmiş bir şarkı gibi, çok başarılı. Onu yeni keşfettim mesela. Ayrıca Massive Classics'te bir sürü güzel şarkı var zaten yeni keşfettiğim. Onun dışında Barış'la mesela ortak beğendiğimiz Broadcast var, Asian Dub Foundation'ın özellikle Community Music albümü sevdiğimiz şeyler.

Barış: Thom Yorke'un Eraser'ı var ya, ders çalışırken verimi çok artırıyor, söyleyeyim. Şaka bir yana, ben son zamanlarda fazla dinlemiyorum, mırıldanmakla yetiniyorum.

Uğur: Acapella Boğaziçi'ni dinledim ben, onu da çok beğendim.

Başar: Bir de John Legend'ı çok beğeniyorum. Son albümü kesinlikle müthiş.

Murat: Van Morrison'ın Astral Weeks'i, çok eski ve gölgede kalmış bir albümü, onu yeni keşfettim. The Langley Schools Music Project toplamaları var, bir çocuk korosu bildik rock şarkıları yorumluyor, muazzam bir şey. 70'lerde kaydedilmiş ama kıyıda köşede kalmış, yeniden yayınlanmasıyla birçok kişi yeni keşfetti. Bir de Uzelli'nin yayınladığı Mustafa Kandıralı derlemesi çok iyi; onunla Kandıralı'yı keşfettim…

Albüm yapma çalışmalarınız var mı?

Murat: Somut olarak "ne olursa olsun albüm çıksın" gibi bir takıntı yok, ama aslında yaptığımız her şey bir anlamda o yönde bir çalışma olarak görülebilir. Kendi stüdyomuzda yaptığımız kayıtların "albüm kalitesi"nde olmasına mümkün mertebe özen gösteriyoruz mesela. Ama illa bir son amaç olarak gördüğümüz bir şey değil, hani "mutlaka albümümüz çıkmalı, raflarda yer almalıyız, resmi bir albümümüz olmalı" gibi değil. Web sitemize koyacağımız birkaç ses dosyası da bir albüm teşkil edebilir, dolayısıyla evet, en genel anlamıyla albüm yapmak gibi bir amacımız var. Ama resmi albüm yapmak gibi bir amacımız şu anda yok; belli ölçütleri var onun, o ölçütlere uyarsa yapılabilir, yapılmayabilir de.

Uğur: Albüm aşırı vakit alan, zor bir süreç. O yüzden hepimizin ortak boş vaktinin olmasını gerektiren bir şey; şimdiye kadar yaptığımız kayıtları da yazın yapabilmiştik yani, herkesin ortak boş vakti vardı. Haftada üç dört kez buluşup saatlerce kayıt yapabiliyorduk, ancak o şekilde olacak bir şey. Hepimizin müzik dışında bir sürü uğraşı olmasından dolayı aksıyor.

Başar: Onda bile imkansızlıklardan dolayı çok vakit kaybettik kayıt sırasında, dört beş bitmiş şarkı ancak kaydedebildik. Albüm yapılacaksa kayıtlardan sonra ciddi bir prodüksiyon, cila süreci de olsun isterim ben açıkçası.

Barış: Cila demeyelim de...

Başar: Cila demeyelim evet. Sesler bozulacaksa, esnetilecekse belli bir oranda, albümün belli bir ses örgüsü oluşturulacaksa bu çok seçilmiş bir şey olmalı, o kararın hepsini biz vermeliyiz.

Hepiniz müzik dışında neler yapıyorsunuz, neyle meşgulsünüz, okuyor musunuz?

Murat: Bir okuyoruz, bir çalışıyoruz, sonra bir daha okuyoruz sonra bir daha çalışıyoruz… Birimiz hariç hepimiz yüksek lisans yapıyoruz.

Bahadır: Uğur hariç.

Diğer hangi sanat dallarına yakınsınız, müzikten sonra ilk gelen nedir? Müziğe bakışınızı genişlettiğini düşündüğünüz, "hayatımda bu alan olmasaydı, bununla uğraşmasaydım Sakareller'de yaptığım şey eksik olurdu, bu benim kafamı açıyor" dediğiniz ne var?

Barış & Uğur: Çizgi roman!!!

Murat: Aslında çok bütünleşik düşünürsek her şey. Her şeyden besleniyoruz, hiçbir şeyi ayırmak mümkün değil aslında ama illa ayırmak gerektiği için ayıralım şimdi…

Barış: Her şey değil, bungee jumping değil mesela. (gülüşmeler)

Murat: Yapsak olurdu o da, bungee jumping de olurdu.

Barış: Ama yapmıyoruz işte. Ne yaptığımızı soruyor zaten.

Murat: Evet ama bungee jumping yapsak mutlaka etkilenirdik, bir şekilde yansırdı.

Soruları çok sabote ediyorsunuz…

Bahadır: Biz konuşurken hep böyleyiz. (gülüşmeler)

Murat: Birbirimizi de sabote ediyoruz.

Başar: Böyle dallanıp budaklanan konuşma ağaçları oluşuyor hep.

Bahadır: (Başar'ı işaret ederek) Genelde buradan çıkıyor dallar…

Başar: Sonuçta sinemaya çoğu insan önem veriyordur herhalde. Ben edebiyatla da sinemayla da hakikaten yüzeysel ilgilenmediğimi söyleyebilirim. Onların da etkisini hissediyorum. Dediğin gibi onlar olmasaydı bir şey besteleyemezdim. Sadece müzikten müzik çıkaran da çok vardır elbette ama bende öyle değil yani. Bir de mimariye ilgi duyduğumuzu söyleyebiliriz. Ben bir mimarlık ofisinde çalışıyorum şu an, ama mimar değilim, problem o. (gülüşmeler)

Barış: Biz Uğur'la çizgi roman hazırlayacağız ama çok gizli bu bilgi.

Bahadır: Mesela biz Uğur'la bilimkurgu zevkimizi paylaşıyoruz.

Murat: Ben fotoğrafla, dijital sanatlarla ilgileniyorum. Edebiyatla da ilgileniyorum...

Sakarellerin müziğinin oluşumuna dair bir şey soracağım: Sakareller'de müzik daha çok dışarıya dönük mü, yoksa içe dönük mü oluşuyor? "İçe/dışa dönüklük"ü son zamanlarda belli tür ya da grupları tanımlarken özellikle vurgulandığını sandığım için soruyorum; sizde ne uyandırıyor bu kavramlar?

Murat: Son yıllarda sanki "iç dünya" çok abartılıyor gibi genel olarak. "Cevapları içimizde arayalım, içimize bakalım", içe dönük bir şey yapmak falan, altı çok çiziliyor. İç dünya/dış dünya ayrımı zaten yapay bir ayrım, bu da ayrı bir şey, ama illa ayıracaksak, yaptığımız her şey -hatta biraz ileri gitmek gerekirse herkesin yaptığı her şey- otomatikman dışa dönüktür, içe dönüklük tamamen palavra gibi geliyor çoğunlukla.

Bahadır: Genelde karşılaştığımız iç dünya, içsellik, dışsallık söylemlerinde, hani iç-dış ikiliği bana çok yabancı geliyor. Müziği bir yere kadar, tamam anlatabilirsin kelimelerle de, müzik sonuçta en basitine indirgendiğinde frekanstır, iç-dış diyorsun, kelimelerle ifade etmek farklı şeyler. Hani birisini birisine indirgemek, diğerini öbürüne indirgemek filan; şahsen soru yabancı geliyor. Grupta benim izlenimim diyeyim, böyle bir şey yok, böyle bir kavramsallaştırma yok, o yüzden buna kimse cevap veremez herhalde.

Murat: Müdahalecilik ve oluruna bırakmacılık karşıtlığında soruyorsan, mesela ne özel bir müdahalecilik var, ne de "hiçbir şeye müdahale etmek istemiyoruz, yaptığımızı yaparız, yaptığımız şey de bir şekilde yerini bulur" var. İkisi de yok, sadece ne yapıyorsak onu yapıyoruz.

Başar: David Byrne "müzik illa duyguları anlatmak için bir araç, bir iletişim aracı değil" diyordu.

Bahadır: Olabilir mi hatta, o da var.

Başar: Evet, olabilir mi, bu da esas sorgulanması gereken bir şey. Esas şey duygu uyandıran şeydir ve buna yoğunlaşılabilir fikri daha uygun gibi geliyor bana yani. Biz de çalarken o esnada ondan etkileniyorsak... Çünkü zaten beş kişiyiz, ne iç dünyası yani, beş kişinin kendine göre bir sürü iç dünyası var. (gülüşmeler)

Barış: Aslında tam tersi, çünkü beş kişi olduğumuz için tam tersine iç dünya olmak zorunda kalıyor.

Bahadır: Bu tartışma bir yere varmaz yani. Çünkü arkası boş bunların, ne iç dünyası…

Sorunun muğlaklığından da belli olduğu gibi röportaj dışı bir soruydu bu, fikirlerinizi merak ettim. Ama yanıtlar güzel oldu, dahil edeceğim…

Barış: Bence dışa dönüklüğü şöyle algılayabiliriz, hani daha büyük amaçlarınız, uzun vadede hedefleriniz, idealleriniz var mı, yoksa ya işte çalışıyoruz kaydediyoruz, bir şekilde gidiyor filan mı...

Murat: Şöyle de sorulabilir, yani müziğinizi bir şey için araç olarak kullanıyor musunuz, hani "müzik yapıyorum ve bununla şunu yapmaya çalışıyorum" gibi, yoksa sadece müzik yapıyorum mu…

Barış: Maşallah, amma çok yorum çıktı.



Sanat sanat için mi, halk için mi gibi bir şey oldu bu… Neyse istediğim gibi "soru" üzerine epey konuştuk.

Bahadır: Yok bence gayet güzel, verimli oldu.

Barış: Güzel oldu, iyi oldu, eğlendik.

Şimdi "Çok seviyorum, gece gündüz dinliyorum" denilen gruplar vardır, bir de hani sürekli dinlenmese de çok önemli bulunan isimler vardır. Duruş, tavır açısından…vs.

Uğur: Einstürzende Neubauten mesela, her dakika dinlenmez ama önemli bir grup.

Murat: Evet, bazı şeyleri her dakka dinlemeye gerek yok sahiden.

Başar: Brezilya'dan 1970'lerden Tropicalia olabilir mesela hani, Caetano Veloso'nun filan... Keza Gilberto Gil işte bizim Anadolu Rock'umuz gibi. Ama ben bizim Anadolu pop/rock dinlemeyi, Moğollar'ı dinlemeyi tercih ederim yani. Ya da Hint müzikleri de önemli bence, çok dinlemesem de.

Murat: Sık dinlenen şeyle çok saygı gösterilen şey arasında da sahiden paralellik yok. Bir de sık dinlenen şeyler hep değişiyor ama saygı gösterilenler uzun süre kalıyor.

Barış: Ben şahsen bir şeyin önemli olduğuna inandığım zaman oturup onu çalışır gibi dinliyorum. Dinliyorum, dinliyorum, dinliyorum, tamam, "dinlemiş" oluyorum. (gülüşmeler)
"I know kung-fu".

Murat: "I know Einstürzende Neubauten"... Doğru, çok isabetli bir tespit aslında, bir yerden sonra artık "I know kung-fu" demek, "tamam artık ben bunu hallettim, kütüphaneme kaldırıyorum" demek mümkün; bir kitabı kaldırır gibi.

Bahadır: Nasıl kaldırıyorsunuz kütüphaneye? Ben önemli bulduklarımı kaldıramıyorum.

Murat: Tekrar tekrar çıkarıp dinlemiyorsun anlamına gelmiyor ama bir mesafe koyuyorsun.

Bahadır: "I know kung-fu" biraz iddialı bir laf... Ben mesela King Crimson'ı örnek vereyim. Müzikal form olarak ciddi şekilde kafa açıcı bir müzik. Müziğe bakışı biraz daha felsefi olan, biraz daha politik duruşlar sergileyen grupların da dışında mesela King Crimson, başka bir şey. Gerisini pek bilmiyorum ama müzikal form olarak kafa açıyor.

Murat: Bende her ikisine de giren Sonic Youth ve Radiohead var mesela; hem çok saygıdeğer olan, hem de her dakika dinlenen.

Barış: Tortoise...

Murat: Tortoise bilhassa…

Barış: Bunun üstüne bir soru sorayım; dinleyip dinleyip en sonunda artık bitirdiğimiz ve dinleyemediğimiz ama aslında zamanında ne kadar da severdik diye nostalji olarak hatırladığımız…

Vay be, grup kendine sormaya başladı...

Barış: Ben küçükken Dream Theater için öyle bir duruma düştüm de.

Bahadır: Aynen, benim de aklıma o geldi.

Barış: Dinledim dinledim artık ezberlediğim için…

Uğur: E ama yeni albümler çıkıyor.

Barış: Hiçbir tat vermiyor.

Uğur: Yenisinde tarzı değişiyor adamın. Çok klişe bir laf var ya, "bir kitabı üç kere okumak lazım, bir çocukken bir gençken bir yaşlıyken" diye, orada da öyle bir hadise olabilir hani. "I know kung-fu" dedikten çok sonra Dream Theater'ı yaşlandığında bir daha dinleyip "ben bunu hiç dinlememişim sanki" diyebilirsin.

Barış: Yok işte, onun olmayacağını hissediyorum.

Murat: Bir arkadaşımla konuştuğumuz bir şey vardı, mesela Morrissey'i çok seviyoruz, albümlerini hatmeder gibi dinledik, ama şarkılarının yarısı sıkıcı mesela, gerçekten de öyle. Ama sıkıcı olmayanlar yetiyor. Çok tuttuğumuz bir sürü kişinin yeterince ortalama şarkısı var, herkes her yaptığı şeyi müthiş yapmıyor gerçekten. Elvis Costello'nun bile bir sürü boktan şarkısı var. İnsanlar biraz da yaptıkları iyi işlerle ne oluyorlarsa oluyorlar yani, ama yanında bir sürü ortalama iş de yapıyorlar. "Bitirme" amaçlı kapsamlı dinlemede çıkıyor bunlar ortaya...

Barış: Ama biz gene de kötü iş yapmak istemiyoruz.

(suskunluk)

Bahadır: Ne diyecektin, biz kötü iş yapmak istiyoruz mu diycektin? (gülüşmeler)

Murat: Genel olarak, ortalama işler yapmadan iyi işler de yapılamıyor diyelim.

Keyifli söyleşi için teşekkürler.

22 Mart 2007 Perşembe

In Between, Bedroomdrunk 24 Mart Ctesi 18:30

İzmir'den, deneysel müzik icra eden ve müziğin konuşmaktan daha iyi bir iletişim aracı olduğunu düşünen In Between yaklaşık 1 buçuk ay aradan sonra Ankaragücü'nün vazgeçilmez forvetlerinden Bedroomdrunk ile tekrar Tenedos Açık Sahne'de Garip Adamlar'ın misafiri olacaklar.

http://www.myspace.com/inbetweenband
http://www.myspace.com/bedroomdrunk

Konserin kapı açılışı 18:30 ve giriş ücreti 5YTL. Ankara'yı sahnesine sahip çıkmaya davet ediyoruz.

12 Mart 2007 Pazartesi

Sakin Konseri 17 Mart Cumartesi 19:30

Garip adamların 17 Mart Cumartesi günkü konuğu İstanbul'dan Sakin.Rolling Stone Türkiye dergisinden Alper Bahçekapılı'nın dj set'iyle birlikte katılacağı konserin kapı açılışı 19:30, giriş ücreti ise 5YTL.

http://www.myspace.com/sakin

11 Mart 2007 Pazar

Indie Night | lo-fi, dream pop, noise pop, shoegaze, post-punk, indie electronic...

Indie severler için 15 Mart Perşembe gecesi Tenedos'da indie gecelerinin ikincisi düzenlenecek. Gecede Garip Adamların konuğu dj Komakino ve dj Dr. Marvin Liptitz olacak ve gece boyunca müzik arşivlerinden başta lo-fi, dream pop, shoegaze, noise pop,post-punk, indie electronic, deneysel olmak üzere şarkılar çalacaklar.



Saat 19:00'da Tenedos Alt Kat Açık Sahne'de düzenlenecek olan etkinliğin giriş ücreti yok.

8 Mart 2007 Perşembe

10 Mart Neon Konseri

Pop is good diyen Neon bu hafta Cumartesi günü saat 20:00 da Tenedos Açık Sahne'de sahne alacaktır.

www.myspace.com/neonistanbul

indie, indie electronica night vol.1

Indie ve daha çok indie electronica sevenler için 9 Mart Cuma gecesi Tenedos'da indie electronic gecelerinin ilki düzenlenecek. Gecede Garip Adamların konuğu dj Komakino olacak ve gece boyunca müzik arşivinden daha çok "female" temalı şarkılar çalacak.

Saat 19:30'da Tenedos Alt Kat Açık Sahne'de düzenlenecek olan etkinliğin giriş ücreti yok.